25 Nisan 2019 Perşembe

Türkiye Hakkında Ümitli Olmak Mümkün mü ?!.

Kierkegaard bir yerde "Tabiat yasaları ilk günkü gibi geçerliliğini korumaktadır" diyor. Şüphe yok ki bu ifade insana hem ne olacağı ile ilgili bir eminlik duygusu veriyor hem de muazzam bir ümitsizlik şırınga ediyor. Eminlik veriyor çünkü doğa yasaları çerçevesinde ne olacağını bilmek, bunu öngörmek müthiş konforlu bir alan yaratıyor. "Acılı şeyleri çok tüketirsen orta vade de midende hiç hoşuna gitmeyecek küçük savaşlar çıkacak." Bu durum bir yasa...Yahut da şöyle bir şey: "Spor yapmaya devam edersen fazla kilolarından kurtulacaksın." Bu da doğal akışın bir türü...Basit yaşamlarımız bu durumun örnekleri ile dolu. Bu nedenle orta sınıf bir şehirli olarak Kierkegaard'ın bu sözü bende bir eminlik alanı yaratıyor. Peki bu sözün beni ümitsiz kılan hatta canımı sıkan yanı neresi? Şöyle açıklayayım: Eğer her şey bu sözde ifade edildiği gibi yasalara uygun bir şekilde olacaksa ahir ömrümde bile gün yüzü göremeden dar-ı bekaya irtihal edeceğimden artık eminim. Peki bu tuhaf fikre nereden kapıldım? Çünkü Selçuk Şirin hocanın son kitabı "Yetişin Çocukları"okudum. Hem de bir solukta.  

Selçuk Hoca, pratiğin teoriyi terbiye edeceğini söylüyor.
Çocuk yetiştirmek kitaplardan öğrenilecek bir şey değildir.
Selçuk Şirin hoca Amerika'da yaşayan bir akademisyen. Anladığım kadarıyla onun da aklı fikri Türkiye'de. Besbelli ki ülkesi için bir şeyler yapabilmenin derdini çekiyor. Derdini çekiyor çekmesine ama benim gibi yaşı kırkı aşmış ciddi bir kütleyi farkında olmadan ümitsizliğe sevk ediyor olabilir. Zira kitabında verdiği sayılar, istatistikler ve araştırma sonuçları ülkemiz adına o kadar kaygı verici durumdaki verileri gördükçe, uzunca bir süre daha belimizi doğrultamayacağımıza ikna oluyorsunuz. Kierkegaard'ın sözünün ümitsizlik şırınga eden yanı burada görünür hale geliyor. Çünkü hocanın ülkemiz ile ilgili paylaştığı veriler pek kimsenin itiraz edemeyeceği türden. OECD verileri, dünya ölçeğinde itibarı olan akademik çalışmalar, Dünya Ekonomik Forumu araştırmaları, TÜİK, ülkemizden bazı üniversitelerimiz, AÇEV vs. Verileri okudukça Kierkegaard'ın mezkur sözü iyice can sıkıcı hale geliyor. Zira tabiat yasaları çerçevesinde ülkemiz için her şey düzelecekse, o pek klişe ifadesiyle bir gün muasır medeniyetler seviyesine çıkacaksak, bu ancak benden sonraki kuşaklara nasip olacak gibi görünüyor.  Çünkü hocanın bakmamız için dikkatimizi çektiği yerler tabiri caizse memleketin en kalın konularını oluşturuyor. Bir tanesini söyleyeyim ötesini anlayın: Eğitim...Eğitimdeki hayal kırıklığını "anlatmaya gerek yok, zaten görüyorsunuz." Eğer tabiat yasaları bize özel bir kıyak çekmezse eğitim alanındaki makus tabloyu toparlamak için uzun yıllara ihtiyacımız olduğu gün gibi aşikar. 😃 Ben böyle diyorum ama Selçuk Hoca'nın ümit veren bir dili var. Gelecekten ümidi kesmenin irrasyonel bir abukluk olduğunu harika bir akışla kitap boyunca anlatıyor.  

Yetişin Çocuklar temelde "çocuk eğitimi" ekseninde hareket eden bir kitap gibi görünse de, kitabın alt metninde ülkemiz insanları için pek çok konuda oldukça güçlü bir "paradigma önerisi" var. Söz gelimi çocuk eğitimi konusunda "hap öneriler" yok. Bunun yerine kuşatıcı bir bakış açısı sunuyor. 
"8 dakikada çocuğunuza istediğiniz her şeyi yaptırmanın yolları" gibi bir new age zibidiliği yerine "mükemmel çocuk yetiştirmek diye bir şey yok, çok da şey yapmayın" diyor. Yahut "çocuğumun psikolojisi bozuldu nerede yanlış yapıyorum?" gibi cevapsız bir sorunun peşine düşmek yerine "çocuğunuzu büyüten bir sürü etken var, tek sorumlu sen değilsin unutma" diyor. Hatta hoca bir noktada öyle güzel bir laf ediyor ki damak şaklatmamak mümkün değil. Selçuk Hoca diyor ki "eğer çocuklarınızı dedesinin, nenesinin olduğu ataerkil bir ailede yetiştiriyorsanız bu kitabın sana bir faydası olmayacak bunu bilesin."😊  Bu anlamda kitabın ümit verici olduğu kadar rahatlatıcı da bir dili var. 

Selçuk Hoca'nın kitap boyunca üzerinde ısrarla durduğu bir kaç konu var. Bunlardan biri, bilimsel çalışmalarımız için "ulusal bir veri tabanımızın" olmayışı. Başkasının makası ile kendi kumaşımızı doğru düzgün kesemediğimizi sık sık hatırlatıyor. Kültürel psikolojinin altı kitap boyunca sık sık çiziliyor. Keza hoca okul öncesi eğitimi neredeyse kalkınmanın payandası olarak görüyor. Okul öncesi eğitim ile ilgili verilen çarpıcı araştırma sonuçları kitapta bolca var. Görmek lazım.

Evdeki kitap sayısı ile çocukların başarısı arasındaki doğrusal ilişkiden bahsedilen bir araştırma okumuştum. Araştırmaya göre bir evde ne kadar kitap varsa o evde büyüyen çocuklar da o oranda başarılı oluyorlar. Selçuk Hoca'nın döne döne üzerinde durduğu bir konu varsa o da "çocuklar ile kitaplar" arasındaki ilişki oluyor. Selçuk Hoca anne babalara resmen "aman okuyun" diyor.
Son tahlilde kitabın çocuk eğitimi konusunda "dikte eden" değil ve fakat "ilham veren" bir havası olduğunu söylemeliyim. Hocanın paylaştığı verilerin kademe kademe olgunlaşarak bir fikre doğru yükseldiğini her okurun hissedeceğini düşünüyorum. En azından ben de öyle oldu. 😉 

Kitabı kimler okumalı? Bence kitabı önce eğitimciler okumalı...Sonra anne babalar...Çünkü yazar Türkiye bir gün kendi yağı ile kavrulan ışıl ışıl bir ülke olacaksa bunun ancak eğitim yoluyla olacağına inanıyor. Bu konuda mutlak olarak kendisi ile aynı fikirde değilim ama ülkece güzelleşmek için bir şeyler deniyor olmak bile heyecan verici olacak, bundan eminim.

Peki Türkiye Hakkında Ümitli Olmak Mümkün mü?  


Aziz Sancar Türk toplumuna üç tavsiyede bulunuyor. Çalışmak, çalıştığımız alandaki her şeyi takip etmek ve en yeni teknolojileri alana uygulamak.’ Türklerin bu bağlamda kendi motivasyonlarını oluşturmaları gerekmektedir. Yine Aziz Sancar hocanın başka bir yerde söylediği gibi ‘kendimize saygı duyarsak başkaları da bize saygı duyar.’ Bu söz, bize önce kendimize ait gerçekleri bulmamızı tavsiye eder. Sonra bu gerçekleri nasılsa istediğimiz gibi değiştirebiliriz. Çünkü yerel değerlerine sadık kalan bir toplum pekâlâ uygar dünyayı yakalayabilir. Buna inanmamız şart. Başarılı olmanın şartlarından biri, başka bir toplum gibi davranmak değildir. Yani frak giymeseniz de olur. Pekâlâ, babalarımızın giydiği klasik tişörtle de, kırık dökük Türkçemizle de bilim yapılabilir. Fonda Neşet sazını tıngırdatırken saçları taranmış, pantolonu ütülü ve çorabının üzerine sandalet giymiş bir bilim adamımız laboratuvarda deney yapıyor olabilir. Ne diyordu Namık Kemal? Tarihte bir kere olan en azından bir kere daha olabilir.’

Geleceği öngörmek mümkün değildir. Geçmişe baktığımızda ders alırız ama gelecekte şu olacak demek imkansızdır. Çünkü hangi planı yaparsanız yapın, bir anda gelişecek doğal bir afet bütün planlarınızı bozabilir. Yahut da tatsız bir terör saldırısı enerjinizin tamamını alabilir. O nedenle gelecekle ilgili bir çıkarım ‘her şey beklendiği gibi giderse’ cümlesi ile başlamak zorundadır.  Bilimsel çalışmalar, bundan 50 yıl sonra gerçekleşecek bir ay tutulmasını haber verebilir. Kuyruklu bir yıldızın dünyanın neresinden geçeceğini bilebilir ama sosyolojik bir olayı öngöremez. Geçmiş, bir perspektif çizmene yardımcı olur ama yine de gelecekte ne olacağını kestirmek henüz dünya teknolojisinin başarabildiği bir şey değildir. Bu nedenle şöyle demeliyiz: ‘Her şey yolunda giderse, bilim ve teknoloji üreten toplumlar yükselecektir.’ Ne dedik? Geçmiş, istediğiniz gibi biçim verebileceğiniz bir oyun hamuru gibidir. O halde gelecek neden değişmesin?  (Suat Aşcı-Türklerden Deha Çıkmaz (!))

GÖZDEN KAÇANLAR OLMUŞ: Selçuk Hoca okul döneminde her ailenin okuldan ve öğretmenlerden beklemesi gereken 7 temel beceriden söz etmiş ama kitaba bunlardan yalnızca 6 tanesi aktarılmış. Gözden kaçmış olmalı...😔