1 Şubat 2016 Pazartesi

Belki de Renklerin Hiçbir Anlamı Yoktur

Murakami'nin kitaplarındaki erkek karakterlerin pek çok ortak yanı var. Neredeyse hepsi müzikten anlıyor, aralarında zaman zaman enstrüman çalabilen çıksa da bunun öyle dikkat çeken bir özellik olduğunu söyleyemeyiz. Bkz. Watanebe. Karakterlerin tamamının kitaplarla arası iyi. Yer gibi yutar gibi okuyanı da var, satır satır içine çekeni de. Kaderci bir bakışları var hayata. Başlarına gelen her şeye razı olan bir halleri. Çok mücadeleci bir Murakami karakteri bulmak zor. Kadere razı olan kişiliklerinden dolayı insanları bezdirecek, onlara eziyet edecek tipler değiller. Pek çok konuda vasat erkekler bunlar. İçlerinde iyi kavga eden, araba kullanmakta mahir olan ya da çok etkileyici başka özellikleri olanlar yok. (Belki Tengo'nun Matematikçiliği istisna olabilir. :)) Nedense hepsinin depresyona yatkın olduklarını görüyoruz. Yalnızlıktan hoşlanmaları belki de bu durumun yegane sebebidir. Sürekli kendi ile konuşan birinin insanların yaptığı dayanılmaz şeylerden dolayı dayanma kapasitesi, sürekli hayatın içinde olan başka birisine göre elbette daha zayıftır. Karakterlerin bir başka özelliği ise aile ilişkileri. Neredeyse hiçbirinin doğru düzgün bir ailesi yok. Uzaklarda bir yerde ailesi olanlar ise onlarla pek görüşmemeyi tercih ediyor. Buna karşın kişisel çevrelerinde de pek kimse yok. Son ortak yanları ise kızlarla kurdukları iletişimde asla zorlayıcı değiller. Karakterlerin ilişkilerini yönetenler, karar verenler ve ne olması gerektiğini söyleyenler hep kızlar. 

Kitabın adı Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları. Tsukuru, yukarıda anlatılan karakterlerden biri. Kitabın adında "hac" ifadesi geçiyor ama ortada yapılan bir ibadet falan yok. Hac sözcüğü bir Murakami klasiği olarak meşhur bir konçertodan esinlenildiği için orada duruyor. (le mal du pays-Liszt) Bu kitapta da ana karaktere eşlik eden ve kitap boyunca yanından hiç ayrılmayan bir müzikal arkadaş var. 

Kitap, 1Q84'ten sonra en sevdiğim ikinci kitabı oldu. Kitap 2013 model ve kaçınılmaz bir son olarak Murakami yaşlanıyor. Çünkü ilk defa bir kitabında ölüm, ölüm sonrası ve vicdani dürüstlük üzerinde bu kadar duruyor. Hz. Yunus ve Hz. Musa'ya yaptığı göndermeler farklı okumalar yaptığını da gösteriyor. Ölme ile ilgili geliştirdiği "ölüm jetonu" kurgusu gerçekten muazzam ve fantastik. Murakami'nin yakınlarına şöyle dediğini duyarsam hiç şaşırmayacağım: "Allah ömür verirse ölüm ve ölüm sonrası ile ilgili daha çok şey yazmak istiyorum."  Bu kitaptaki bir diğer yenilik ise facebook, twitter, google, mail gibi yeni nesil avadanlıkların Murakami'nin dünyasına girmiş olması. Karakterlerinin cep telefonu kullanımından bile rahatsızlık duyan bir yazarın diğer sanal dünya ıvır zıvırlarını bir anda kitaplarına alıvermesi ne ile açıklanabilir? Tabi ki bundan kaçış yok...:(

Tsukuru, geçmişinde bir noktaya takılıp kalmış klasik bir modern dünya insanı ve yarım kalan bir yürek dosyası nedeniyle kendisini de yarım hisseden bir adam. Varlığı reddedilmiş ve her an bir başkası tarafından reddedilme korkusu nedeniyle hareket edemeyen biri. Elle tutulacak kadar ağırlaşmış bir yalnızlıktan muzdarip. Yaşadıklarından dolayı adeta ruhunun çekilip alındığını düşünüyor. Etrafındaki herkes rengarenk ve karakteristik özellikleri var. Tsukuru ise vasat, sıradan ve her yerde bulunulabilecek bir tip. Tam bir "mekanik beyin". Böyle bir adamın yalnızlıktan kurtulmak, kendi rengini bulmak ve yüreğindeki boşluğu doldurmak için harekete geçişini okuyoruz. 

Kitabın verdiği net mesaj, "kendi içsel bütünlüğünü tamamlamadan bir başkasına ne verebilirsin?" sorusu etrafında dönüyor. Eğer geçmişinizde bir yerde "kurulmamış cümleleriniz" varsa daha fazla geç kalmayın. Metafizik borçlar bizi daha çok yoruyor. Kim bilir omuzlarınızdaki ağırlığın sebebi belki de kapağı açılmamış yüreğinizdir.  

  




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder