27 Şubat 2016 Cumartesi

Ağır Ol Batman Gel Aslanım

Ciddiyet önerdiği bir adama böyle der Yozgatlı: 'Ağır ol batman gel!' Evlilik çağına gelmiş bir kız hanım hanımcık ve ideal bir tipse, 'elinde kına ağzında dua' derler. Yapılan bir iş gereksiz ya da uyduruk bir şeyse 'ebem sıçtı, tavuk deşti' gibi kaba görünümlü amma içerisinde pek naif olan akıllara zarar bir tespitte bulunurlar. Yozgat'ın dil bilgisi böyledir. Kaba-saba amma çok dolu. Mesele yeter ki yaşamın içinde bir anı tanımlamak olsun Yozgatlının lafı cebindedir. Söz gelimi Yozgat'ta 'köpek' yoktur. 'it' vardır. İt lafı o kadar çok şeyi ve durumu anlatmak için kullanılır ki bu konuda ortalama 200 sayfa hacminde bir kitap çıkacağını iddia ederim. 'İt gibi kapıda beklemek', 'it gibi ayağını çeke çeke ölmek', 'kapıda it olmak', 'it dölünün inadı', 'it kapıda zabın gerek' bu hacimli dil bilgisinin bir kaç örneği. Yozgatlı, aynı zarif betimlemeleri pek çok farklı konuda yapar. İçinde ille de 'it' geçmek zorunda değildir. Mesela gitmek istediği yere götürülmek için 'Beni de götür kölesi olduğum' der. Bir anda ortaya çıkan sürprizler için 'Aha sana bir kaya, nerene dayarsan daya' diyerek yaratıcı zekasının çıktığı zirveyi görmemizi sağlar. Dalga geçilecek bir duruma düştüğünde 'Tepemize telek sokup oynatsın millet bizi' der. Konuya ortasından girdik şimdi fark ettim. Yozgatlı yazar Mustafa Çitfci'nin ilk hikaye kitabı Adem'in Kekliği ve Chopin'den bahsediyorum. Sözünü ettiğim bu 'laflar' ise kitaptan. Bozkırda Altmışaltı kadar bütün, tanıdık ve sıcak on altı hikayede geçenlerden.   

Kitapta muazzam bir bütünlük var diyorum. Zira Mustafa Çiftci, bu coğrafyanın dil bilgisine çok hakim bir yazar. Deyim yerindeyse kılcal damarlarına kadar tanıyor bu bölgeyi. Okurken bunu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. 

Hikayeler tanıdık diyorum. Zira Mustafa Çiftci'nin hikayeleri ve karakterleri Anadolu'nun her yerinde karşınıza çıkabilecek türden. Söz gelimi, özürlü bir çift gözle doğan ve hamurunda biraz da saflık olan birinin; toplum tarafından hem sahip çıkılan hem de alay edilen bir tip olarak yaşamın içine nasıl kabul edildiğini görmüşsünüzdür. Ya da atasına sırtını dönerek köyden şehre gelen, şehirde de bir türlü düzen kuramadığı için kös kös köye dönenlerden en az birini tanıyorsunuzdur. Kocasını erkenden toprağa veren bir gelinin 'sahipsiz' ifadesiyle nitelendiğini duymuşsunuzdur. Sonra bu sahipsiz kadının yaşam karşısındaki namuslu ve yalnız direnişini. Böyle böyle hikayeler yazmış Mustafa Çitfci. 

Hikayeler için sıcak diyorum ancak bunu anlatabileceğimi sanmıyorum Kitabı okurken bu sıcaklığı hissetmemeniz imkansız.

Son tahlilde Mustafa Çitfci'nin bize unuttuğumuz pek çok şeyi hatırlattığını düşünüyorum. Çünkü onun öykülerinde ısrarla carpe diem (anı yaşa) diyen tuhaf adamlar yerine geçmişi ile barışık, geleceğinden her daim ümitli adamlar var. 'Daha çok isteyen' adamlar yerine kanaat etmeyi bilenler var. 'Önce kendini sev' diyen post-kapital motto yerine, 'diğerlerini düşün' diyen bir Anadolu bilgeliği var. 'Sen mutlu ol yeter' bencilliği yerine 'ananın babanın hatırını say' diye kulağınıza fısıldayan adamlar var. Yoksulu koruyan, yetimi gözeten, birbirine çay ısmarlayan, aşık oldular mı bunu hakkıyla yaşayan, ve onurlu bir yaşam için didinen adamlar. 

Maruz kaldığımız bu kirli ve ego parlatan 'veri bombardımanının' hemen yanına basitliğimizi, küçüklüğümüzü, acizliğimizi, çaresizliğimizi ve insanlığımızı anlatan hikayeler koyarak bize kendimizi hatırlatan Mustafa Çiftci'ye teşekkürler.  






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder