28 Şubat 2016 Pazar

50 Altın Verin 50 Sopa Vurun

Batı'nın yarattığı karakterleri oldum olası sevmem. Süperman, Batman, Zagor, Şirinler, Red-Kit, hele ki Mickey Mouse ve avanesi...Son dönemde ise her yola gelen bir karakter olarak Barbie'den tırsıyorum. "Barbie yalnızca bir bebek" diye ünleyenleri duyar gibiyim. Evet o bir bebek. Aslında bebek görünümlü bir el bombası. Barbie üzerinden meşrulaştırılan pek çok rahatsız edici davranış var. Temelde bu kız, dişiliği yüzünden kişiliği görünmeyen bir tip. Kılığı, kıyafeti, narsist beden dili, gezdiği dolaştığı yerler, erkeklerle kurduğu iletişim biçimi ile bizim irfanımızdan fersah fersah uzak biri. Amerika'nın 'sweet sixteen' programında oluşturmaya çalıştığı kız tipine cuk oturuyor. Bencil, empati yoksunu ve pragmatist. 'Benden sonra tufan ne gam' diyen biri bizim topraklarımızda ancak linç edilir. Lafı uzatmaya gerek yok aslında. 'Bu Tarz Benim' formatlı eğlencelere katılan yarışmacı tipi  hoşunuza gidiyorsa eğer, Barbie 'sizin için' normaldir diyebiliriz. 

Bir an kendimi Sunay Akın gibi hissettim. Kuru fasulyenin faydalarından bahsedecekken Avrupa Birliği ülkelerinin havacılığa verdiği önemden konuşmaya başladık. Sunay Akın'ın Hayal Kahramanlarından bahsedecekken Barbie'nin vahim durumuna getirdik meseleyi. Bu arada unutmadan söyleyeyim Barbie denen -artık kız mı kadın mı ona siz karar verin- oyuncak 2016 yılı itibariyle tam 57 yaşında. Torun torbaya karışacak yaşa geldi ama maşallah tek bir çiziği, kırışığı bile yok. Geçelim.

Hayal Kahramanları, Sunay Akın'ın son kitabı. İçinde çocukluğumuzdan hatırladığımız çizgi 'Eller' isimli tablosundan yola çıkıp Abidin Dino'nun Anıtkabir inşaatındaki eline uzanıveriyorsunuz. Yazarın bu tarzı, iğne deliğinden deve geçiren adamın başına gelen vahim olayı hatırlatıyor. Padişahın huzurunda böylesi bir işi başaran adam, deve iğne deliğinden geçtikten sonra beklenti dolu gözlerle padişaha bakar. Padişah, 'bu kuluma 50 altın verin. 50'de sopa vurun' diye emir buyurur. Tabi herkes şaşkın. Vezirlerden biri dayanamaz sorar: 'Padişahım, bu kararınızın sebebi ne ola ki?' Padişah şöyle der: '50 altını böylesi zor ve hatta imkansız bir işi başardığı için verin diyorum. 50 sopayı ise hiç bir şeye yaramayacak bu işlerle vaktini harcadığı için.'
film/roman ve sinema karakterleri var. Kitap, Sunay Akın'ın artık klasikleşmiş anlatım tarzıyla hafif ve keyifli bir okuma imkanı veriyor. Her zaman ki gibi ilginç bir yerden konuya giriyor ve çok ilgisiz bir yerden konuyu kapatıyorsunuz. Söz gelimi ünlü ressam Albrecht Dürer'in

Sunay Akın sokaktaki adamın 'malumatfuruş' diye niteleyeceği bir yazar. Yani hakkında '50 sopa vurun' kararının çıkması kesin gibi. Ayrıntıyı ve ince işçiliği sevenler için ise tadından yenmeyecek bir tarza sahip. 50 altını verin. 

Sinema tarihi, görsel sanatlar, havacılık, ara ara siyasi iradeye yapılan eleştiriler, kutsanan cumhuriyet dönemi çalışmaları, toplumun genelini hiç ilgilendirmeyen konularda çok şaşırtıcı bilgiler, tuhaf ve bilinmeyen tanışıklıklar ve çizgi film karakterleri ilginizi çekiyorsa kitap tam size göre.

Kitabın bende açtığı pencere ise sanat eserlerinin kıymeti konusunda oldu. Monalisa'nın 1911 yılında çalınıncaya dek önemsenen bir tablo olmadığını öğrendim. Şimdilerde kör gözüm parmağına der gibi muhteşemliği, mucizeliği ve sakladığı deha gözümüze sokulan bu resmin, yapılışından 400 yıl sonra fark edilmesi size de tuhaf gelmiyor mu? 400 sene boyunca kimsenin iplemediği bir resim, çalındığı andan itibaren kör ölür badem gözlü olur mesabesine yükseltiliyor. Öyle ki çalınıncaya kadar ulu orta sergilenen tablo, sonraki dönemlerde yapılan saldırılar nedeniyle şu anda 'kurşun geçirmez' camın içinde sergileniyormuş. Güler misin ağlar mısın?   

Van Gogh'un ölüm tarihi ile günümüz arasındaki mesafe açıldıkça eserlerinin kıymetlendiğini okumuştum. Van Gogh şimdilerde 'deha' tanımının içine alınan adamlardan biri. Hayattayken 8-10 şiline alıcı bulmayan eserler, öldükten sonra 15-20, bir kaç yıl sonra 50-100 şiline alıcı bulur. Günümüzde ise Van Gogh dedin mi akan sular durur. Böyük sanatçı vesselam. 

Galiba kapitalist dünya; elinin tuttuğu, gözünün kestiği her eseri, her adamı, her kitabı hatta her yeri paraya dönüştürmeye ahdetmiş. Bir Monalisa endüstrisi yok mu mesela? Monalisa hakkında üretilemeyen ne var? Monalisa nerede karşınıza çıkmıyor? Dünyanın her yerinde bulabileceğiniz bir şey değil mi Monalisa? Abartmıyorum. Defter kapaklarından tutun da, WC kapılarına kadar her yerde Monalisa yok mu? Aynı şey pek çok durum için geçerli maalesef. Söz gelimi Mevlana da bu kapital yarışından nasibini almıştır. Kültür Bakanlığının haberi var mı bilmem ama Konya'da ismi Mevlana olan 'etli ekmek' türü bile var. Vallahi. Siparişi alırken garson soruyor: Etli ekmeğiniz nasıl olsun? Kuşbaşılı? Kaşarlı? Kıymalı? Mevlana? Mevlana dediği karışık. Mevlana'nın gerçekte kim olduğu ile ilgilenen yok. Onu eleştiren kötekleniyor. Pidesini yapan para kazanıyor. 

Kitapta en sevdiğim bölümlerden biri Emrullah Yıldız'ın 'görçek' uygulaması oldu. Şahaneydi. Diğeri ise Mickey Mouse ve Süperman'ın kapitalizme yaptıkları desteğin dile getirilmiş olmasıydı. 

Yazıyı şimdi bir kez daha okudum. Sunay Akın'dan farkımız kalmamış. Çağrışımlar insanı nerelere getiriyor? 

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder