3 Mart 2016 Perşembe

'Plastik Hayatlar' Üzerine Bir Farkındalık Denemesi

'Albümü alırsa çok sevdiği Sepultra'nın yepyeni şarkılarını dinleyecekti. Tişörtü alırsa herkes onun Sepultra şarkılarını dinlemeyi sevdiğini bilecekti. Uzun uzun düşündü ve tişörtü aldı.' 

Hakan Bıçakçı'nın yeni karakteri Doğa böyle bir tip. Söz gelimi rahat bir eşofman giyip sinemaya gidiyor ama derdi rahat olmak değil, sadece rahat görünmek. Evi ile iş yeri arasındaki mesafe yürüyerek 10 dakika sürüyor ama o oturduğu akıllı sitenin otoparkından cipine atlayıp  trafiğin içine dalıyor. 10 dakika sonra da iş yerine varmış oluyor.

Doğa;
  • Bir şeyi ihtiyacı olduğu için değil yalnızca sahip olmak istediği için satın alan biri.
  • Afrika'daki bir kabileyi doyuracak kadar yemek sipariş edip hepsini bitiremeyen biri
  • Hayatında yalnızca iki şeyin büyümesini çok önemseyen biri. Biri çalıştığı şirket, diğeri ise göğüsleri...
  • AVM'ye girince mutlu olan, markaların görkemli reklam tabelalarından uzaklaştıkça gerilimi artan biri. 
  • Facebook sayfasındaki beğeni sayısına göre 'yaşamına yön veren' biri.
  • Gülümserse kırışıklıklarının artacağını söyleyen doktoru ciddiye alan biri.
  • İçerik ile görüntü arasındaki farkı asla anlayamayacak biri
  • Yenilenen her yılda, yani 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan her gecede 'yeni biri' olacağını düşünecek kadar saf biri.
  • Ölen birinin yukarıda bir yerlerden bize bakıp gülümsediğini zanneden biri.
  • Dünyanın bir yarısının savaşın gaddar yüzü ile boğuşurken ki halini TV'de izledikten sonra aynadaki görüntüsüne bakıp 'ay çok kilo almışım' diye dehşete düşen biri... Doğa gibi olmayın. 
Hakan Bıçakçı, son romanı 'Doğa Tarihi'nde' böyle bir tipten bahsediyor. Son derece gerçek, tanıdık ve normal kabul edilen birinden. Yazar, yaşadığımız şehir hayatının yüksek kalitede plastikten yapıldığını fark etmemizi istiyor. Ciplerinizden inin, AVM'lerden çıkın, akıllı telefonları fırlatıp atın, sevgililer günü-doğum günü gibi sosyal tuhaflıkları ıstıraba çevirmeyin, müzik yerine havalı ses sisteminin uğultusunu dinlemeyin, akıllı ama ıssız sitelerinizden çıkın, otu boku facebook sayfanızda paylaşıp egonuzu şişirecek işlerin peşinde koşmayın, küçük olumsuzluklardan büyük felaketler devşirmeyin, taksi durağına İngilizce isim verip takside Ankaralı Turgut dinleme abukluğuna düşmeyin, bir cenaze evinde ikram edilen helvanın kalorisini düşünmeyin, yeyin diyor. 


Doğa karakterine bayıldığımı belirtmeliyim. Kitabın Milli Eğitim Bakanlığına bağlı tüm okullarda zorunlu okuma listesine eklenmesini öneriyorum. Her ergen, er ya da geç içine düşeceği bu gayya kuyusu ile okul sıralarındayken tanıştırılmalı ve toplum sağlığımız için bir an önce önlemler alınmalıdır. Çünkü etrafımızda Doğa'ya benzeyen insan sayısı her geçen gün tehlikeli bir hızda artmaktadır. 

Çocuğunun okuma bayramına gidip, bir daha asla yaşayamayacağı bir güzelliği dünya gözüyle izlemek yerine akıllı telefonunun kamerasına kaydeden adam tipi sizce de rahatsız edici değil mi? Ya da Facebook profilinde 1400 arkadaşı olan bir ergenin başını omzuna yaslayıp ağlayacağı gerçek bir dostunun olmayışı normal mi? Birlikte çekirdek çitleyip havadan sudan, alacaktan verecekten konuştuğu bir dostu olmayan ama sosyal ağlarda 'fenomen' olan bir tipi kim takar? 

Hakan Bıçakçı; İnsan gibi kokma özgürlüğümüz bile kozmetik sektörünce işgal edilmişken, gerçekten olduğumuz kişiyi saklamamızı başaran korseler, lensler ve bilimum aparatlar bunca satılırken, uyduruk ve dandik bir dolu dizi karakteri gerçeklik algımızla oynarken, köşe başlarını tutmuş akıllı site satıcıları içinde büyüdüğümüz evin nasılda saçma bir yer olduğuna bizi ikna etmeye çalışırken ve sosyal medya namlı tetikçi mahremiyetin sınırlarını zorlarken 'yalın bir insan' olarak kalmaya çalışmamızı telkin ediyor.  

Hakan Bıçakçı'nın kitabı teknik yanları ile pek çok eleştiriyi hak ediyor olabilir. Ne gam? Bana kalırsa bu kitap 'teknik' bir gözle değil, 'hassas' bir gözle okunmayı hak ediyor. Çünkü suyun derinliğini iki ayağımızla ölçmeye devam edersek -ki bunu yalnızca aptallar yapar- başımıza daha kötü şeylerin geleceği gün gibi aşikar.   





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder