27 Ocak 2018 Cumartesi

Yeşua

"Biz Meryemoğlu İsayı geçmiş peygamberlerin izleri üzerinde Tevrat'tan kalanın doğruluğunu tasdik edici olarak gönderdik. Biz, ona, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara bir rehber, bir öğüt olarak Tevrat'tan kalanı tasdik eden, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan İncil'i verdik."

Maide-46 

"Adem'in çocukları anlaşamamıştı. 
İbrahim'in çocukları da öyle..."


Robert Winston, Tanrının Öyküsü isimli kitabında Amerika Tennessee'de bir kilisede yaşanan "uhrevi" bir olaydan bahseder. Vaiz, inanmış bir mümin olarak vecd halinde dünya ve ahiret saadetinin öneminden bahsederken, muzip bir tarikat üyesi -belki de art niyetlidir- vaizin önüne içinde çıngıraklı yılan olan bir kutu koyuverir. Beklenen davranış vaizin panikleyip kaçması iken durum öyle olmaz. Vaiz, yılanı kuyruğundan tuttuğu gibi havaya kaldırır ve başının üzerinde dolandırmaya başlar. Bir yandan da vaaz vermeye devam etmektedir....."Ve bu işaretler benim adıma inananları takip edecek...onlar yılanları tutacaktır" Olayı gören cemaat, küçük dilini çoktan yutmuştur, zira liderlerinin elinde tuttuğu yılan hem zehirli hem de çıngıraklıdır. Liderin yılan sokmasından ölmesi an meselesidir. Ancak lider yılanı başının üzerinde çevirmeye devam etse de yılan onu sokmaz. Bu, düpedüz büyük bir mucize olmalıdır. Tarikatlarının ve liderlerinin Tanrı eliyle desteklediğinin apaçık bir göstergesidir. Nitekim bu "şanslı" olay, tarikata bağlı diğer kiliseler arasında ışık hızıyla yayılır ve kürsüye çıkan pek çok babayiğit başında çıngıraklı yılan çevirmeye başlar. Nihayetinde o sene bu güzide tarikatın müdavimlerinden yüz küsur tanesi yılan sokmasından ölür. Hristiyan dünyasına nispet edilen bu hikayeden çok daha çarpıcı olanlarını eminim biliyorsunuzdur. Bu konuda ülkemiz de mümbit bir havzadır. Ete kemiğe bürünüp ........................diye görünenler (boşluğa canınızın çektiği dini figürü yazın), peygamberlerle ruhlar aleminde Türkiye'nin durumunu istişare edenler, pilotun yanında aninden belirip bomba atması gereken noktaları gösteren ak sakallı evliyalar vb. Yeryüzü coğrafyasında ne kadar teolojik algı varsa, hepsinin içinde yukarıdakilere benzer ve çoğunlukla akıl sınırlarını aşan yüzlerce olay vardır. Anladığım kadarıyla rasyonel bir dini algı kimsenin hoşuna gitmiyor ve doğal süreçlerle açıklanan bir teolojiyi kimse sevmiyor. Din dediğin şey ille de heyecan verici mi olmalıdır allasen? 


Galiba öyle. Baksanıza Kudüs'e gezmeye gidip de psikiyatri kliniklerinin kapısını aşındıranlara. Evet, bir patolojiden, Kudüs Sendromundan bahsediyorum. Neredeyse 100 yaşına merdiven dayamış bir tuhaflıktan. Gezmeye gelen turistlerin, ziyaret ettikleri atmosferin etkisinden olacak, bir süre sonra dini içerikli halisünasyonlar görmeleri ve soluğu Kudüs Devlet Hastanesinin acil servisinde almalarından bahsediyorum. İlginç değil mi? Kendini; beklenen İsa ilan edenler, Kızıldeniz'i ikiye yaracağını söyleyenler, manevi ortamın havasını içine çektikçe ağır ağır "aydınlanıp" insanları az önce keşfettiği hakikatin etrafında birleşmeye çağıranlar...Heyecan verici değil mi? 

Dini literatürde heyecan verici o kadar çok anlatı var ki. Binlerce yıllık insani birikim bu konuda muazzam bir arşiv oluşturmuş. Dünyanın bütün dini inanışlarında binlercesini bulmak mümkün. Ortada bunca birikim olmasına rağmen günümüz dünyasının insanı bu anlatılara pek itibar etmek istemiyor. Aklın sınırlarını aşan bu olayları etkileyici bulmak şöyle dursun, alaycı bir gülümseme ile dinlemeyi tercih ediyor. Ne diyordu İsmet Özel: "Bana deha değil, belgeler gerekli, kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza...

Şimdilerde pek çok kişi şairin dediği yerde duruyor. İnandığı dine belgelerle-delillerle dokunmak, resmi mühür ve imza ile onu anlaşılır/okunabilir hale getirmek istiyor. Bu mantıkla okuyan-yazan binlerce insan var. Dini doktrinleri pekala aklileştirmek isteyen, esasen 'doğaüstü gerçeklermiş' gibi aktarılan pek çok dini anlatının gerçekte bu şekilde yaşanmadığını, yahut da mantıklı izahları olduğunu anlatmak isteyen binlercesi...Değilse Hz. Nuh'un oğlu ile cep telefonu vasıtasıyla konuştuğunu düşünmekten başka çaremiz kalmayacak demektir. 😅 

Bu mantığa yakın isimlerden biri de Mustafa Akyol. Akyol, Özgürlüğün İslami Yolu isimli kitabı ile tanıdığım biri. Babası Taha Akyol. Meşhur gazeteci. Hem de Yozgatlı.😅

Mustafa Akyol'un yeni kitabından söz edeceğim biraz. Meryemoğlu İsa'dan. Kitabın tam adı: Yahudilerin Mesihi, İslam'ın Peygamberi Meryemoğlu İsa. Yazar kitapta bir Müslümanın gözünden Hz. İsa'nın nasıl göründüğünü yazmış. Kitabın orijinal dili İngilizce. İlk elden okur kitlesi çoğunlukla Hristiyanlar ve Yahudiler. Türkçe'ye Düşün Yayınları kazandırmış. Sayısı otuzu bulan tashihleri saymazsak gayet başarılı bir baskı olmuş diyebiliriz. Kapakta bizim aşina olduğumuz İsa görseli kullanılmış olsa da kitabın yurt dışı baskısının kapağını daha çok beğendiğimi söylemeliyim. O kapaktaki İsa'nın hüznü hikayenin ruhuna daha uygun olmuş diye düşünüyorum.

Yazar, şapka çıkartılacak bir kaynak taraması yaparak Hz.İsa ve kutsal metinler hakkındaki bilinenleri/değerlendirmeleri ve kabulleri bir bir masaya yatırmış. Bir konu hakkındaki farklı görüşleri titizlikle değerlendirmiş ve ötesini okurun takdirine bırakmış. En çetrefilli konulardan olan "çarmıha gerilme", "kıyamete yakın yeryüzüne inme" gibi alanlarda bir ispat derdine düşmeden verileri paylaşmış.   

Kitap boyunca anlatılan şeyler çok uzak bir tarihe işaret ediyorsa da yazarın mesajının bugüne olduğu çok aşikar. Zira İbrahim'in çocukları olan bu üç dinin mensuplarının arasının bunca bozuk olması yazarın canını çok sıkmışa benziyor. Kitap boyunca İsa'nın hikayesini okusak da kitabın alt metinlerinde "bakın hepimiz aynı şeye inanıyoruz" iletisini her an görmek mümkün oluyor. Hatta bunun için yazarın takdire şayan bir gayretkeşliği olduğunu bile söylemeliyim. Söz gelimi Hz. İsa'nın büyük kardeşi olan Yakub'un mektubu ile kitap boyunca sık sık karşılaşmamız ve mektubun verdiği mesajların İslami doktrinlerle örtüşmesi bu gayretkeşliğin hoş örnekleri arasında sayılabilir. Keza, Hristiyan otoriterlerce dini metinlerden kabul edilmeyen apokrif metinlerin (Protoevangelium of James, Sözde Matta İncili, Tomas'ın Çocukluk İncili vb.) neredeyse İslami kaynaklarla birebir örtüşen mesajlar vermesi gibi vurgular da yazarın sıklıkla gündeme getirdiği ortak algılarla dolu. 

Mustafa Akyol bir Müslüman olarak kitap boyunca olabildiğince tarafsız kalmaya çalışmış. Hristiyanların inandığı ama bir Müslümanın itibar etmediği pek çok olguyu makul bir dille anlatmayı başarmış. Pavlus konusunu ise "dişlerini gıcırdatarak" yazdığı hissiyatına sahibim. :) Zira İsa düşmanı bir adamın göklerden gelen bir ses üzerine inandığı tüm değerleri bir kenara bırakıp güya İsa'nın bıraktığı dini yerden kaldırmaya ömrünü vakfetmesi yazara hiç mantıklı gelmişe benzemiyor. Yazar adeta "İsa'nın çarmıha gerildiğine bile inanabilirim ama rica ederim şu Pavlus'un dininize ettiklerine bir bakın" diyor. Yazar bir noktada Hristiyan geleneğinin Pavlus'a değil de neredeyse Kur'an ile aynı şeyleri söyleyen Yakup'a itibar ettiğini düşünmemizi istiyor. Manzara kesinlikle bugünkünden çok farklı olurdu. Çünkü yazar, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki ezeli öfkenin kökeninin dini algılar değil, siyasi ihtilaflar olduğu kanaatinde.   

Pavlus Kudüs'ten Şam'a giderken göklerden gelen bir sesin ona: "Saul Saul! Neden bana zulmediyorsun?" dediğini anlatır. Tek şahidi kendisidir ama dünyanın en büyük dinini kurmayı başarır. Hz. İsa hayattayken onu görmemiş olması, on iki Havari'den biri olmaması ise önemsiz ayrıntılardır.   

Kitap boyunca üzerinde en çok durulan mevzulardan biri de Hz. İsa'nın yeni bir din getirmediği, Yahudilerin içine gönderildiği ve dolayısıyla Yahudi bir peygamber olduğudur. Ek olarak dönemin Yahudi kodamanlarına adil olmalarını, bir olan Allah'a inanmalarını ve önceki peygamberler tarafından vazedilen bazı kuralları değiştireceğini söylemesidir. Bu meseleler yazarın döne döne hatırlattığı ve altını belirgin bir şekilde çizdiği meselelerdir. Bunları bir Müslümandan okumak bir Hristiyan'a eminim garip gelecektir. 

Yine kitapta gözden kaçmaması gereken ve özellikle Hristiyan cemaatlerin dikkatine sunulan bir mevzu da; İslam dünyası ile Yahudi dünyasının Hz. İsa'yı konumlandırma biçimlerinin büyük oranda aynı olduğunun hatırlatılmasıdır. Çünkü yazar Hz. İsa'nın misyonun doğru anlaşılmasının tüm dinleri buluşturabilecek bir ortak payda olacağı kanaatinde. Bu noktada yazar, Hristiyan dünyasının zihnine pek çok soru bırakmayı başarıyor.

Kitapta okumayı umduğum ama maalesef bulamadığım şey ise, Hz. İsa'nın mucizeleri oldu. Elbette mucizelerden bahsediliyor ama bu olayların farklı dinlerde nasıl anlaşıldığından söz edilmiyor. Söz gelimi ölüyü diriltmek, alacalıyı iyileştirmek, suyu şaraba çevirmek gibi mucizelerin sembolik anlamları konusunda Hristiyan ilahiyatı ne düşünüyor bilmek isterdim.  Kitabın çerçevesi açısından bakıldığında Hz. İsa'nın yaşamından çok mesajına odaklanıldığı çok net. Belki bu bağlamda değerlendirildiğinde mucizelerin İsa'nın mesajı ile ilişkilendirilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.  

Son tahlilde Meryemoğlu İsa namlı eser, konu hakkında farklı kaynaklar okumanız yönünde de ilham verecek bir kitap olmuş. Hristiyan paradigmanın nasıl olgunlaştığını anlamak için ise hararetli bir öneri...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder