9 Temmuz 2021 Cuma

DALGALAR, FREKANSLAR, ENERJİLER HEP BİZDEN YANA...

 Hayat beklediğimiz gibi değil, olduğu gibidir.

Hepimiz bunu yaparız. Yeni tanıştığımız birini zihnimizde koyacak yer ararız. Çünkü zihnimizde şablonlar vardır ve tanıştığımız kişiyi hazır şablonlardan birinin içine tıkıştırıveririz. Her insan için ayrı bir şablona ihtiyaç duyulmaz. Genellikle birbirlerine çok benzediklerinden mevcut şablonlardan birinin içine kolaylıkla otururlar. Kimileyin ise öyle insanlar çıkar ki karşınıza zihninizdeki şablonların hiçbirine oturtamazsınız onu. Sağından solundan ezer bükersin de girmez Allah girmez. Böylesi insanlar için zihinlerimiz hemen direnişi bırakır ve yepyeni bir şablon tasarımı yaparlar. Sadece ona özel, taptaze ve şıkır şıkır bir şablon. Bu insanlar genelde başlarının üzerinde bir hale ile dolanan kimselerdir. Çünkü seni, yeni bir şablon tasarlamaya itecek kadar nevi şahsına münhasır ve etkileyicidirler. Mezkur haleyi görenler onu şıppadak tanırlar. 

Bilinçsel Kırtasiye'nin Bcafesinde yakın zamanda rastlaştık kendisiyle. Ortak dostumuz Kemal Bayram abi ayarlamadıysa spontane bir tanışıklıktı. Yan yana düşüverdik kalabalığın içinde. Doğrudan lahmacun mu istemeliyiz yoksa mantar çorbası ile mi başlamalıyız gibi hayati bir soru hakkında konuşurken birden kendimi kadim felsefi soruların içinde buluverdim. Lahmacunlar bitti, tatlılar gövdeye indirildi ve çaylar içildi. İşte sözünü ettiğim şablon da o esnada zihnimde oluşuverdi. Çünkü bu adam yepyeni bir şablonun açılmasını adeta zorluyordu. Şirvan Hoca konuştukça ısınıyor, ısındıkça açılıyordu. Şahane bir gün geçiriyordum. 



Şirvan Hoca 25 yıldır Türkiye'deydi ve gördüğüm kadarıyla bu coğrafyanın kodlarına fazlasıyla hakimdi. Zaman zaman görünür hale gelen  ancak sadece dikkatli kulakların fark edebileceği Azeri lehçesi olmasa bildiğin Yozgatlı diyeceğim biriydi. Anlatmayı, konuşmayı, paylaşmayı seviyordu.  Sonraki görüşmemizde kendisi için "benim işim sadeleştirmek" dese de bende sadeleşen bir şey olmamıştı. Bilakis mevcut zihinsel karışıklığımı sadeleştirmek yerine ekşi sözlük yazarları gibi yeşillendirmeyi başarmıştı. İyi de yapmıştı. 

Anooshirvan Miandji, ya da arkadaşlarının ona seslendiği haliyle Şirvan Hoca kısaca ilham veren biri. Zihnimde onun için açtığım şablona mütemadiyen eklemeler yapıyorum. Birkaç gündür Aromatik Adam isimli epistemik romanını okuyorum ve bir süredir Şirvan Hoca'nın zihinlerde yaptığı şeyin ne olduğunu anladım. Tanrı'nın kendisi ile ilgili muradının "sadeleştirmek" olduğunu vehmetse de ona katılmıyorum. Hatta tam tersini düşünüyor olabilirim.  

Öykü bu ya. Padişaha iki yavru doğan hediye etmişler. Doğanlardan biri kısa sürede yaman bir avcıya dönmüş. Yükseklerde uçuyor ve kanatlarını açtığında görkemli bir kuşa dönüşüyormuş. Öteki doğan ise bir dala tünemiş vaziyette duruyor, yemi geldiğine yiyor, suyu geldiğinde içiyormuş. Padişah bir gün, bu sünepe kuşu görünce "işin ehlini çağırın da şu kuşcağızı doğan etsin" demiş. Gelen adam çok kısa bir süre içinde kuşu atak bir avcıya dönüştürmeyi başarmış. O da yekdiğeri gibi avcılık yapıyor, yükseklerde uçuyormuş. Padişah ehil kimseye bunu nasıl yaptığını sorunca adam kısa bir cevap vermiş: Tünediği dalı kestim. Şirvan Hoca'nın yaptığı şeyin daha çok bu olduğu kanaatindeyim. Konfor alanında yatmaktan sağında solunda yatak yarası çıkan insanların tünediği dalı kesiyor ve onları uçmak zorunda bırakıyor. 

Sözgelimi Aromatik Adam romanı. Bu 190 sayfalık epistemik çalışmada tam bir "doğan eğitmeni" var karşımızda. Malcolm X'ten mülhem "uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter" sözü bu romanda tam da hoca için geçerli hale geliyor. Şirvan Hoca bu kitapta insanlık kadar eski bir patolojiye işaret ediyor. Arı kovanına çomak sokuyor dense yeridir. Zira yine insanlığın konfor alanını zorlayan bir uyarı da bulunuyor. "Ben yanılabilirim" ama sizin sandığınız gibi de olmayabilir diyor. Hatta okkalı bir "sadeleştirme" yapıyor bile denebilir.


Aromatik Adam; bir düşünme metodunu inşa eden, öneren ve pratiğini yapan bir roman. Kitap, gizemli bir adamın tren vagonlarında hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara eda dağıttığı bir vasatta başlıyor. Olaya medyanın, emniyetin, halkın ve nihayet adliyenin müdahalesi ile de sona eriyor. Yazar, herhangi bir coğrafya yahut mekan ismi belirtmiyor olsa da olay örgüsünün memleket sathında gerçekleştiği gün gibi aşikar. Romandaki karakterlerin de ismi yok ama o kadar tanıdık, bildik karakterler var ki bir isimleri olsa ancak bu kadar olurdu. Zira romanın maksadı bir karakteri cilalamak yahut olayı parlatmaktan çok okura "aslında ne olduğunu" göstermek. Bu yanıyla roman amacına fazlasıyla ulaşmış görünüyor. 

Romanın çok başarılı olduğu bir başka nokta ise çektiği fotoğraflar. Hayır hayır roman resimli değil fakat yazar o kadar güzel açılardan fotoğraflar çekmiş ve yazmış ki olanı biteni tüm renkleriyle satır aralarında görmemek imkansız. İlgili bölümleri okurken şaşı bak şaşır temalı yanıltmacalar gibi karakterler sayfanın içinde beliriveriyor. Sözgelimi televizyonda bir açık oturum düşün ve program sunucusunun etrafında halelenen konuklar şöyle olsun: Bir fizikçi, bir gazeteci, bir doğa üstü olaylar uzmanı, bir kozmik şifacı, bir astrolog ve bir de doktor. Bu manzarayı hayal etmek, ekrandaki stereotipleri canlandırmak çocuk oyuncağı olmalı. Roman buna benzer çokça fotoğrafla dolu ve bu bölümleri okurken kıkırdamamak imkansız. Hele Şirvan Hoca'nın sesine, konuşmasına azıcık aşinaysanız çok keyif alırsınız. Hatta bu new age ıvır zıvırlar ilginizi çekiyorsa ekrandan üzerinize doğru gelen pozitif enerjileri, frekansları, dalgaları hissetmeniz işten değil. :) 

Yazarın okura uyarılarda bulunduğu, aman dikkat edin dediği hatta kulağını çektiği bölümleri tekrar tekrar okunacak kalibrede metinlerden oluşuyor. Özellikle son bölümde hocanın senelerin imbiğinden geçmiş cümlelerine sıkça rastlamak mümkün. İyi niyetle yapılmış bu kulak çekmelerin ortak bir teması var: Kapının önünü temiz tut! Zira hoca çok iyi biliyor ki bir Şapkalı Adam gidecek ve ötekisi gelecek. Bu nedenle kapınızın önünü temiz tutun diyor. Müsamere toplumu olmayın ve aynı hataları tekrar tekrar yaptıktan sonra farklı bir sonuç beklemeyin. 

Bu uyarılardan sonra romanın en sert bölümüne geçiliyor. Bana kalırsa emniyet kemeri bağlanılarak okunması gereken yerler bunlar. Zira yazar toplumun cenneti de cehennemi de içinde taşıdığını, ne olacaksa burada olacağını apaçık bir netlikle söylüyor. Hayat, beklediğimiz gibi değil, olduğu gibidir diyor. İşte bu noktada çok yerleşik bir paradigmayı sarsak iskelesinden düşürüveriyor. Hayatı katlanılır kılan olağanüstülüklerin, görünmez güçlerin, mitolojilerin, her an gerçekleşeceğine iman ettiğimiz mucizelerin yerine azmi ve çalışmayı koyuyor. Toplum gerçekle sahtenin ayrımını yapamazsa bu olağanüstülüklerin biri gider biri gelir diye de ekliyor. 

Son tahlilde kitap sahte bilimin, agnotolojinin ve çoğulcu cehaletin başa çıkılması  çokta zor olmayan işler olduğunu ve insanın aklını kullanması gerektiğini hatırlatıyor. Aromatik Adam'ın internet kullanan herkese okutulması gerektiğini düşünüyorum. Zira metotsuz bir şekilde bilgi bombardımanına zihnini açan modern insan kirlenmekten asla korunamıyor. Yazarın ifadesiyle eşekle atın farkını bilmeyen adama atı eşek diye satıyorlar. Bu nedenle suyun derinliğini ölçerken iki ayağını kullananlardan olmamak lazımdır. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder