13 Aralık 2022 Salı

ZOR OLANI SEÇ, DAR KAPIDAN GEÇ

Günlük yaşamında da öyle. Kitabın ortasından konuşmayı seviyor. Bana kalırsa bu bir varolma biçimi. Onun bu özelliğini elinden alın üç gün yaşayamaz. Böyle böyle imar ediyor dünyayı/dünyasını. Çok defasında bir konu hakkında ne düşündüğünü öğrenmesi için o konuda konuşması gerekiyor, bazen kendi fikirlerini o esnada konuşurken öğreniyor ve bazı şeyleri ilk defa kendinden duyuyor. Tuhaf gelmiş olabilir ama öyle. :) Konuşmak, anlatmak ona iyi geliyor. Dudaklarından döküleceklerden o kadar emin ki, bir konuda yekten fikirlerini serdetmekten zerre miskal çekinmiyor. Kitabın ortasından konuşuyor, lafa yekten giriyor, ne diyeceğini kendisi de bilmiyor filan dedimse sakın bir yanlışa, bir önkabüle düşmeyin, hata edersiniz. Yaslandığı yerden o kadar emin ki, yola çıktığı nokta o kadar kadim ki, üzerinde yükseldiği kaya o kadar sağlam ki; neyden çekineceğim allasen demesin de ne yapsın?   

Zira Şirvan Hocadan bahsediyorum. Bir yaklaşımdan, paradigmadan ve bir duruştan...Evet kitabın ortasından konuşuyor çünkü kitabın başını da sonunu da evvelce okumuş. Bu hikaye nereye gider başından beri biliyor. Gölgesinde dinlendiği ağacın oraya yeni dikilmediğinden ve kökünün dallarından daha sağlam ve derinde olduğundan emin. Şirvan Hoca öyle. Bir eminlik hissi üzerinden kurguluyor hikayesini. Bir eminlik hissi ile inşa ediyor karakterlerini. Yan yollara sapmıyor hiç, kestirme yol nedir lügatinde yok. Zor olanı seçiyor ve dar kapıdan geçiyor.  

Bu eminlik hissi kılcal damarlarına kadar işlemiş hocanın. Uzun yolu o kadar çok seçmiş ki, yıllar içinde zihninde oluşan nöral otoban sekiz şeritli ve kaymak gibi bir yola dönüşmüş. Bir şeyden emin olmazsanız bu kadar sık tekrar etmezsiniz öyle değil mi? Bu davranış onda adeta kemikleşmiş. 

İyi de olmuş, zira son kitabı Saklı Asa'yıda aynı kafa konforu ile okuyorsunuz. Kitabı açtığınız anda kendinizi hikayenin içinde buluveriyorsunuz. Uzun ve sıkıcı tasvirler, incik boncuk betimlemeler yok. Karakterlerin adı, fiziksel özellikleri, hikayenin geçtiği zaman vb. detaylar yok. Dikkatli okur, kitabın alt metinlerinde bir yerde hikayenin "bizim memlekette" geçtiğini anlayabilir ama daha ötesi yok. Yazarın bu kasıtlı seçimi önemli, zira yazar, okurun mutlak mesaja odaklanmasını istiyor. Yersiz detayların okurun dikkatini dağıtmasından çekindiği için mesajını aktarırken çıt çıksın istemiyor ve adeta parmak uçlarında yürüyor. Aktarmak istediği şey yine aynı. Dosdoğru olduğunu bildiği bir uzun yol var ve "lütfen uzun yolu seçin" deyu okuyucusuna sesleniyor. Küçük hesaplar yapmayın, hayalci olmayın, kısa yol aramayın ve lütfen uzun yolu seçin. 


Kitabın adı Saklı Asa ancak kitapta gizli saklı hiçbir şey yok. Hoca'daki eminlik hissi buraya da sirayet etmiş. Hoca handiyse kitap boyunca "gizli saklı bir şey yok, apaçık görünene, burada olana odaklan" diyor. Bunu da o kadar güzel yapıyor, çağın insanını o kadar güzel fırçalıyor, zarafet içinde kulağını çekiyor ki...Kitap bittiğinde "iyi oldu be, hiç hoşumuza gitmeyen şeyler okuduk ama kulağımızın çekilmesi de gerekiyormuş" hissi yaşıyorsunuz. Çünkü Hoca, yepyeni bir şey söylemiyor. Zaten sende olanı, yine senin önüne koyuyor. Ne ararsan kendinde ara diyor ve yalnızca o eminlik hissinden aldığı güçle sana "doğru olanı" hatırlatıyor. 

Esasen Saklı Asa, satın aldığı her şeyi mutluluk zanneden modern insan için bizzat eczacı tarafından hazırlanmış bir reçete. Hocanın da aslen eczacı olduğu bilgisini verirsek reçetenin ehil eller tarafından hazırlandığını herkes bilmiş olur. Kitaptaki felsefi dil ise hocanın bilim felsefesi kariyerinden kaynaklanıyor. Güzel bir kompozisyon öyle değil mi? Medikal olanla felsefi olanın mezcedilmesi sonucunda ortaya insana şifa veren bir reçete çıkmış. 

Saklı Asa hayatta istediklerine ulaşmanın kısa yolunu arayan bir üniversite öğrencisinin içsel yolculuğundan bahsediyor. Hazcı koşu bandına binmiş, koştukça terleyen, koştukça yorulan ama hiçbir yere gidemeyen bir gencin hikayesi. Aradağı şeyin bir kitap olması ve mayasında bulunan insani güzellik dışında genci özel kılan bir şey yok. Locke'nin ifadesi ile o bir tabula rasa.:) Bu haliyle genç, çağımızın idealize ettiği "insan modelinin" bir kopyası gibi algılanabilir. Kitabın ne olduğunu bilen, yazar çizer takımını takip eden, hatta kitapçı gezen ancak raflar arasında birden beliriverecek ve ona gülümseyerek "evet doğru kitap benim, beni al ve hayatın sırrını öğren, tüm dileklerin gerçek olsun" diyecek bir kitabın varolduğu vehmi ile yaşayan bir insan modeli...Mezkur gencimiz de böyle...Bir kitap okudum ve hayatım değişti diyen Orhan Pamuk'un karakterinin aksine bir kitap bulursam (okursam değil, bulursam :)) hayatım değişecek diyen modern bir "omurga." Neyse ki pek çok Doğu hikayesinde olduğu gibi karşısına bilge bir ihtiyar çıkıyor ve genci varoluşa dair bir sorgulamanın içine girmesi için yüreklendiriyor. 

Şirvan Hocayı takip edenler ne düşünür bilmem ama Saklı Asa hocanın iç yolculuğu açısından manidar bir yerde durmuş gibi görünüyor. Temelde hoca bir bilim adamı ve nedenselliği önemseyen biri. Ne ki hikayedeki mistik ve zaman zaman satır aralarından sızan uhrevi hava dikkatlerden kaçmıyor. Özgür iradeye yaptığı beşte iki-beşte üç atfı ve aradığın şeyin dünyada olup olmaması ile ilgili döne döne yapılan vurgular beni böyle düşünmeye sevketti. Bu nedenle hocanın bir sonraki hikayesini şimdiden merak etmeye başladım. Zira Şirvan Hoca'nın bilimsel/nesnel bir yanı olduğu kadar görünmeyeni de hisseden rikkat sahibi bir kalbi olduğunu düşünenlerdenim. Kimbilir belki bir sonraki hikaye öteler hakkında bizi düşünmeye sevkeden başka bir macera olabilir.     








  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder