1 Şubat 2019 Cuma

Saltanat ve Cumhuriyet Arasında Bir Yerde GÖR BENİ

Küçük Prens'e gıcık oluyorum. Şeker Portakalı, Kürk Mantolu Madonna, 1984, Simyacı, Hayvan Çiftliği...Bunlar bir nefeste aklıma gelen çok satan ve doğal olarak çok popüler kitaplar. Son dönemde Stephan Zweig ve İş Bankasının Hasan Ali Yücel serisi de "çok satanlar-çok popülerler" kategorisine girdiler. Eğer doğruysa Yapı Kredi ile telifi biten Sabahattin Ali kitapları 3,95 liradan (Artı 25 kuruş poşet parası ile 4,20 yapar) A101'de satılıyormuş. 

Küçük Prens'e gıcık oluyorum. İyi bir okur olduğunu düşünen insanların ciddi bir kısmı, çok satanlar raflarına pek itibar etmezler. Hatta iyi okurların çoğu "çok satan" kitabı okumaz bile. İyi bir okur sayılmam ama ben de çok satan yazarlara biraz mesafeli dururum. Bu nedenle Küçük Prens'e gıcık olurum mesela. Ne bulurlar içinde anlamam. Bu arada çok dikkatli bir gözle Küçük Prens'i okuduğumu da söylemeliyim. Ne anladım peki? Küçük Prens'i göz yaşları içinde bırakacak yüzlerce kitap olduğunu anladım. 😊. Çok satanlara mesafeliyim diyorum ama yukarıda ismini yazdığım kitapların hepsini okudum. Hatta ayırt etmeden söylüyorum, hepsine bayıldım. 😊 Galiba benim sorunum "lüzumsuz bir şekilde çok satan kitaplarla."  

Belki de buna sevinmeliyim. Nasıl olursa olsun bir kitabın yazılmasına, satılmasına sevinmeliyim. Kürk Mantolu Madonna'nın telifi bitince aynı anda pek çok yayın evi basmış diyorlar. Ne mahsuru var ki? Yeter ki okunsun. Galiba böyle düşünmeliyim. Zira okumazsak yazamıyoruz. Okumazsak zihnimiz toksinle dolmuyor. "Bilmek huzursuzluğu artırır" demiş Goethe. Okuyan insanımız olmazsa yazanımız da olmuyor. Zihninde toksin olmayan adam ne işe yarar? Evet evet galiba böyle düşünmem lazım. "Kötü kitaplar çok satıyor" diye endişelenmek yerine, "okuyan bir toplum bir noktadan sonra iyi kitap nedir, kötü kitap nedir bunu anlayacaktır" diye düşünmeliyim. Bu düşüncemi sevdim. 😉    

Eğitim öğretim döneminin ortasındayız. Kısa sayılmayacak bir tatilimiz var. Okumak için harika zamanlar. Koştum Dost Kitabevine. Gönlümde felsefi metinler okumak var ama bir yandan da kendimi şımartmak ve roman okumak istiyorum. Roman okumaya karar verdimse, kendimi engel olamadığım bir şekilde İhsan Oktay Anar kitaplarının dizili olduğu rafa bakarken buluyorum. Belki  yazmıştır bir şey diyorum. Uzun zamandır o rafa her bakışımda yeni bir kitap göremiyorum. Galiba İhsan Hoca'nın çok uzun bir ara verdiği kanaatindeyim! Bakındığım ikinci raf ise Murakami rafı oluyor. Kumandanı Öldürmek zaten daha yeni çıktı. Ne bekliyordum ki? Tabi ya! Mustafa Çifçi yeni bir hikaye yazmış olmasın? Gözüm Mustafa Çifçi rafına kayıyor ama ıııh orada da bir şey yok.   

Kafam karışık, kimi okusam diye raflar arasında dalgın bakınırken gözüme çok satan bir yazarın yeni kitabı takılıyor. Azra Kohen'in son romanı: Gör Beni. Evvelce kendisini hiç okumadım. Fİ-Pİ-Çİ serisinden haberim var amma içinde ne anlatır hiç bilmiyorum. Kitap Everest Yayınlarından çıkmış ve ilk baskıda tam yüz bin tane kopya çıkarmışlar. Evet, elimde "gerçek bir çok satan var." 😉 
Bir yazarla daha tanışmanın ne sakıncası olabilir diye düşünüyorum ve romanı alıyorum. 


Azımsanamayacak bir merakla daldım kitaba. Yazar, Cumhuriyet'in ilanından hemen sonraki dönemi anlatıyor. Hikaye, İstanbul'da yapılan ilk apartman olan Valpreda Apartmanının sakinleri arasında geçiyor. Boğaza bakan yalılarda oturan, soyları saraya dayanan ve yaşama Fransız ekolü bir pencereden bakan, ancak savaştan sonra kendini bir anda uyduruk bir apartman dairesinde bulan soylu bir aile ile savaşın tüm mihnetini çekmiş, sevdiklerini kaybetmiş ve her nasılsa kendisini İstanbul'da bu tuhaf apartmanda bulmuş başka bir ailenin hikayesi anlatılıyor. Hikayenin ana ekseninde sözü edilen iki ailenin çocuklarının yaşadığı aşk var. Zengin oğlan, fakir kıza aşık olur ve olaylar gelişir. Fonda, altı çizili bir aşk daha var ve yan yolda akan bir eski zaman hikayesi daha...Hikayedeki bu ana akışa; İngiliz ajanlarının manipülasyon çalışmaları, isyanlar, sosyal yaşamda kadının yeri, yanlış okunan İslam algısı, saltanat ile cumhuriyet arasında sıkışıp kalmanın yaşattığı bilişsel uyumsuzluklar ve dokunaklı bir hayvan sevgisi eşlik ediyor.  
        
Yazar kasıtlı mı seçti bilmem ama karakterleri neredeyse hepimiz tanıyoruz. Esas oğlan; zengin, yakışıklı, kültürlü ama yaşamın detaylarına dair farkındalığı ziyadesiyle düşük. Esas kız ise erdemli, namerde avuç açmaktansa ölmeyi yeğleyen, ailesinin, komşuların ve mahalle esnafının bir tanesi, yaşamla barışık, sabırlı, ölçülü, hayvanları seven, lafı gediğine koyan, kodu mu oturtan ve en önemlisi güzeller güzeli bir kız. Hikayede ki karakterler kadar isimler de tanıdık. Yazar bu konuda okuru uyarıyor ve isimleri gerçek kişilerle özdeşleştirirken kronolojik sıraya çok takmayın. Zaten bir dünya işiniz varken bir de bu kronolojik sapmalarla uğraşmayın, zarfa değil mazrufa bakın diyor. Söz gelimi roman boyunca meşhur Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ı meraklı bir genç kız olarak görüyorsunuz. Keza ana karakterlerden Ülkü de gerçek hayattaki karşılığına kısmen benziyor. Bazı karakterleri ise hiç tanımıyoruz. Dila isminde bir dansöz var mesela. Adı ile başlayan bir başlık olmasına ve merak uyandırmasına karşın yazar ondan bir kaç satır bahsedip karakteri unutabiliyor. Oysa Dila'yı ciddi ciddi merak etmiştim. Ya da Bedir karakteri. Onun adına da açılmış bir başlık var ama hikayenin kalanında Bedir'e yalnızca bir cenazede rastlıyoruz. Belki de bazı kitaplarda olduğu gibi romandaki karakterler hakkında hemen kitabın başında bir bilgilendirme yapılabilirdi. Semiha karakteri oldukça ilgi çekici ve derinlikli olmasına rağmen onu tanıyamadık. Yahut da Ali, kitabın sonunda karşımıza çıkan hali ile ilgili bir beklenti hissiyatı oluşturulabilirdi diye düşünüyorum. Güçlendirilmesi gereken en önemli karakter ise kesinlikle Selda idi. Çünkü saltanat döneminde saraylılara hizmetçilik yapan birinin Cumhuriyet döneminde ki eşitlikçi atmosferi nasıl okuduğu merak uyandırıcı olabilirdi. 😔

Romandaki en güçlü cümleler kadın mevzusunda kurulmuş. Cumhuriyetin kadını nereye koyduğu konusunda yazarı çok kararlı gördüğümü ifade etmeliyim. Ülkü ve İlmiye karakterleri bu konuda yazarın yaslandığı yer olmuş. Gayet de güzel olmuş. Zaman zaman erkeğin "testosterondan ibaret bir canlı" gibi yorumlanmasını bir kenara koyarsak kadının konumlanışını doğru buluyorum. Bu noktada bir şerh olarak yazarın Selim karakterine biraz haksızlık yaptığı kanaatindeyim. Zira bu kadar eğitimli birinin, Fransız ekolünden geldiği bilinen birinin ve kendi evindeki hanımlara bunca özenli davranmaya gayret eden birinin "at üstündeki" bir kadına bakıp bakmama veya kadının ata binip binmemesi konusunda tereddüt göstereceğini hiç sanmıyorum. Yeri gelmişken Selim'in kendine ve yeni yönetim algısına ilişkin yaşadığı zihinsel dönüşüme tanıklık edemediğimizi de bir eleştiri olarak eklemeliyim. Ülkü'nün kaçırılan atının uzun uzun anlatıldığı ya da kulüpte ata bindiği bölümler yerine Selim'in zihinsel dönüşümü esnasında kendisiyle yaptığı içsel diyalogları okumayı isterdim.

Kitapta bazı bölümleri okurken yazar "dinlenilecek müzik" önerilerinde bulunuyor. Bu fikir bir harika. Özellikle aşk sahnelerinde karşımıza çıkan bu öneriler sahnelerin etkileyiciliğini kesinlikle artırıyor. Yeni nesil ifadesiyle bu bölümlere rahatlıkla "artırılmış gerçeklik" diyebiliriz. 😊 Pek çok okurun bu sahnelere bayılacağını rahatlıkla söyleyebilirim. 

Hikayenin hemen yanında yol alan diğer hikaye ise en az yazarın "aşk ve kadın" hakkında kurduğu cümleler kadar etkileyiciydi. Bu yan hikayede Yeni Türkiye'nin okullarında okutulan İnsanlık Tarihi dersi müfredatını takip ediyoruz. Karşımıza Sümer tabletleri, peygamber mucizeleri, Anunnakiler ve her duruma göre mütemadiyen değişen tarih bilinci çıkıyor. Bu noktada yazar, okuyucuyu araştırmaya motive edecek harika noktaların altını çiziyor. Tapınak fahişelerinin kullandığı peçeye yapılan atıf ise kitabın birleştirici ruhuna pek uygun olmamış. Bu bölümlerde kutsal kitapların peygamberler tarafından "indirildiğini" ifade eden bir kaç cümle var. Oysa bu kitapları onlar bir yerden indirmediler. Bu kitaplar onlara Allah tarafından "vahyolundu". Titiz bir yazar olduğu  anlaşılan Azra Kohen'in bu durumu gözden kaçırdığını hiç sanmıyorum. 😔
  
Kitapta sesli güldüğüm iki yer vardı.  Birincisi, Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir" sözünün o dönemin şartlarında eski saraylılar tarafından nasıl anlaşıldığını okumak oldu. O güne kadar "kul" olarak görülen adama "efendi" denince olanlar saraylıları çokça rahatsız etmişti. Bir sahnede, arabasıyla tozu dumana katarak bir köylünün yanından geçen Selim dikiz aynasından köylünün kendine sertçe baktığını görünce köylü adamın yaptığını 'hadsizlik' olarak görüyordu. Eskinin çapulcuları şimdi Cumhuriyeti bulunca adam mı olmuşlardı? 😂😂    

İkincisi ise Orhan'ın Atatürk'ü savunurken "ne yapmış bu adam kızını danışman, damadını bakan mı yapmış?" dediği sahneydi. 😂

En çok ilgimi çeken iki konu ise şunlar oldu. 

Kitap boyunca onlarca kez karşımıza çıkan iki durum var. Birinde yazar; "uçarcasına, yaparcasına, koşarcasına, gelircesine, verircesine, alırcasına, görürcesine, avunurcasına............." gibi ifadelere sıkılıkla başvuruyor. Bu tarz fiiller onlarca kez kullanılıyor. Belki de her şey normaldir ama benim dikkatimi çok fazla çekti? 

Diğerinde ise karakterlerin kendi kendilerine birtakım hatırlatmalarda bulundukları ve tarz olarak birbirine çok benzeyen onlarca cümle var. Burada bir yaklaşım mı/yöntem mi var acaba? Bir kaçı şöyle;

"Cennet, ancak paylaşılarak kurulabilecek en güzel yer değil miydi?"
"Hayatın en verimli terapilerinden biri acıyı paylaşmak değil miydi?"
"Toplumları, insanlığı doğuran kadınlar hayatın en önemli hizmetlisi değil miydi?"
"Aşk toplum tarafından kabul gören tek delilik değil miydi?"
"Gerçeğimizi her daim görenler değil miydi gerçek dostlarımız?"
"Hissettiklerimiz değil miydi cennetimiz ya da cehennemimiz?"
...................................................................................................
....................................................................................................

Son tahlilde Gör Beni romanı mutlak surette okunması gereken bir kitaptır diye düşünüyorum. Azra Kohen'i emek verdiği bu titiz çalışma için tebrik ediyorum. Emeklerinin karşılığını bulmasını dilerim. 
Zaten her kitap cepte taşınan gül bahçesi değil miydi? 😉😉😉


















      

1 yorum:

  1. The best slot machines by Pragmatic Play - jtmhub.com
    Play 논산 출장샵 slots 김해 출장안마 and other 영천 출장샵 games by Pragmatic Play, including Cleopatra, Madame Destiny, Monopoly and the 제주 출장샵 Video 여수 출장마사지 Poker.

    YanıtlaSil