2 Ocak 2017 Pazartesi

Sputnik Sevgilim

"Yine de sıradan bir genelleme yapacak olursam, mükemmel olmayan yaşamlarımızda boşa harcanmış zamanların da yeri önemli değil midir? Eğer bu mükemmel olmayan yaşamlarımızdan tüm bu boşa harcanmışlıkları çıkaracak olursak yaşamlarımız mükemmel olmama özelliğini bile yitirirler."

Sputnik Sevgilim (K)

Üslübuna aşina olduğu yazarları eminim herkes özlüyordur? Ben de özlüyorum. Haruki Murakami bu yazarlardan biri. Bir mekanı, duyguyu, karakteri, yemeği, kediyi, koyunu veya yolculuğu öyle güzel ve her defasında aynı tadı vererek anlatıyor ki...Belki de yalnızca bu yüzden Murakami'nin kitapları işledikleri konunun ilginçliğinden çok anlatım tarzı ile konuşuluyor. Şöyle bir baktığınızda, konusu sizi alıp duvardan duvara çarpacak bir kitabı yok üstadın. Çok ilginç veye çok sürükleyici bir kitabı yok. Ama üslubunun özleyeni çok. 

Mesela bir kitapta aradığınız şey sıra dışı bir konu/heyecan/sürükleyici bir öykü vb. ise maalesef Murakami yanlış seçim. Çünkü onun kitapları, konusunun ilginçliğinden çok, sıkıcılığı ile meşhur olacak cinsten. Belki de yazıldıkları dönemin hayal dünyasında bir karşılığı vardı bu kitapların. 70'lerin 80'lerin insanları için bir paralel evren kurgusu, bir Mozart bestesinin mesajındaki etkileyicilik fazlasıyla sıra dışı bulunuyordu. Bu bağlamda Murakami, kitaplarının konusu açısından bakıldığında çağının gerisinde bile kalmış olabilir. Gerçi yazara haksızlık yapmamak lazım, zira son dönemde çıkan Kadınsız Erkekler isimli hikaye kitabı ile ahir ömründe bile olsa çağını anladığını gösteriyor. Belki de Murakami ile çok geç tanıştığımız için biz onun gerisinde kalmış bile olabiliriz. Dünya 80'lerde Murakami okurken biz kim bilir hangi tüp kuyruğundaydık? Buradan memleketin maküs talihine bir yol yapardım ama neyse.....😉😉 

Sputnik Sevgilim kitabından bahsedeceğim biraz. Murakami'nin Türkçeye çevrilen son kitaplarından biri. Kitap 1999'da yazılmış. Yani 17 sene olmuş. Japonca olduğu için çevirisi uzun sürmüş olabilir diye düşünmek istiyorum.😛😛 Yeri gelmişken Murakami kitaplarının şahane çevirileri için Ali Volkan Erdemir ve Hüseyin Can Erkin hocalara sonsuz teşekkürler. Gerçekten ellerine/emeklerine/yüreklerine sağlık. 

Kitap, Rusların uzaya fırlattıkları ve soğuk savaş döneminde ortamı nispeten ısıttıkları ilk yapay uydunun ismi ve fonksiyonundan etkilenilerek isimlendirilmiş: Sputnik Sevgilim. Sputnik, Rusçada "yol arkadaşım" anlamına geliyor. Sputnik dünyanın etrafında dönen yapay bir uydu. Metal, hafif, iddiasız ve en nihayetinde aslanlar gibi dönmeye devam eden dünyamızın yanında ona yol arkadaşı olarak tasarlanmış bir oyuncak. Buradan bakıldığında Sputnik'in iddiası büyük bile denilebilir. Zira uçsuz bucaksız uzaydaki yalnız ve küçük dünyamızın ezeli ve ebedi yalnızlığına son verecek uydu olmayı planlıyor. Ruslar da eminim benim gibi düşündükleri için uydularına "yol arkadaşı" ismini vermişlerdir. 😊

1957 yılında uzaya fırlatılan Sputnik, 3 hafta boyunca dünyaya sinyal gönderiyor. 92 gün sonra ise atmosferde yanarak metal mezarlığına defnediliyor. Yani dünyamıza yalnızca 3 hafta yarenlik edebiliyor. Ardından dünyamız yalnızlığına kaldığı yerden devam ediyor. Sonrasında gönderilen hiç bir uydu ise Sputnik'in yeryüzü insanı ile kurduğu duygusal iletişimi kurmayı başaramıyor.

Kitabın mottosu bana kalırsa şöyle: "Herkesin bir dünyası varsa bir de Sputnik'e ihtiyacı var." Sumire K'nın dünyası ise K Sumire'nin Sputnik'i...Myu, Sumire'nin dünyası ise Myu Sumire'nin Sputnik'i. Kitabı okudukça anlayacaksınız ki ne Sputnik'le oluyor ne de Sputniksiz...Çünkü bizler bilge değiliz diyor yazar. "Sıradan ve tekdüzeyiz. Sonsuz sıfırlar gibiyiz hatta. Bir hiçlikten diğerine sürüklenen zavallı varlıklarız."

Yazar, zaman zaman Sputnik kadar edilgen bir durumda bile olsa, her birimizin sevmeye sevilmeye, yalnızlığa, ait olmaya, gönlümüzü okuyan yol arkadaşlarına ihtiyacı var diyor. Her birimiz kendi başımıza yalnız ve güçsüzüz o halde neden bu konuda birbirimize yardımcı olmuyoruz diye soruyor? Cevap olarak yalnızlığımızın çaresinin "biz" olduğunu ekliyor. Değilse dünyamız bizim yalnızlığımızla besleniyor diye düşünmek zorunda kalacağım diye de uyarıyor. Sonuçta aynı Dünyada aynı Ay'a bakmıyor muyuz? (Aomame ve Tengo'ya selam)
K ile Sumire'nin gece sohbetleri

Murakami, Batı'nın kültürüne aşina bir yazar. Yüzü daha çok Batı'ya dönük. Bu nedenle olsa gerek pek "yerellik" vurgusu yapan kahramanı yok. Sputnik Sevgilimde de karakterler "küresel kültür figürlerini" yakından tanıyan tipler. Mozart, Luc Besson, Goethe, Volvo, Jaguar, ançuezli pizza, bira.......Ayrıca hemen hepsi entelektüel hazları önemseyen, "kaliteli bir yaşamı" tercih eden -en azından bunu isteyen- tipler. Kaliteli yaşam derken kastettiğim ısrarla pompalanan "batılı life style" telkininin ta kendisidir. Bu noktada Murakami'nin Doğu ile tanışması gerektiğini düşünüyorum. Bir zamanlar Jung'un düştüğü hataya düşmemesi için Doğu'nun sembolizmini, mistik öğretilerini hatta tasavvufu ve sufizmi tanımadan ölüp gitmemesini öneriyorum. Doğan Yayıncılık keşke bu adamı bir kaç günlüğüne bile olsa ülkemize getirebilse. Bir Konya turu yaptırsa, biraz Bursa, biraz İstanbul. Gözü gönlü açılsa, kalbi yumuşasa, zihni berraklaşsa. İddia ediyorum bu ziyaretten sonra yaratacağı karakterler daha içli, daha hassas, daha naif ve algıları daha açık tipler olur. 😉 Hatta kitabı okurken Sumire'nin yaptığı içsel yolculuğa bir bakın. Sonrada bu içsel yolculuktaki eksikliğin ne olduğuna siz karar verin. Bence eksik olan yegane şey "bir parça bile olsa Doğulu bilgelik". 

Hazır konu açılmışken hemen söyleyeyim. Sumire, Japoncada "menekşe" anlamına geliyor. Aynı zamanda da Mozart'ın bir bestesinin adı. Menekşe gibi bunca derinliği, mesajı, öyküsü, niteliği olan bir çiçekle Sumire'nin öyküsünü ilişkilendirmemek de yazarın eksikliği olarak şöyle bir kenarda dursun.   

Sputnik Sevgilim, pek çok Murakami romanı gibi sade bir akışın içinde akıp gidiyor. Kitap; aşk, yalnızlık, içsel yolculuklar, klasik müzik, paralel evrenler, asosyal karakterler ve varoluşçu sorgulamalar eşliğinde 220 sayfalık bir edebi zevke dönüşüyor. Sputnik Sevgilim'i okurken üzerinizde bir Sahilde Kafka, İmkansızın Şarkısı ya da 1Q84 etkisi yaratmasını beklemeyin. Bu kitabın daha hafif, daha yalın ve daha uçucu bir havası var. Uzun süre akılda kalacak bir çarpıcılığı maalesef yok. Sıkı bir Murakami okuru ise mutlaka keyif alacaktır.   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder